tarafından

Yüreğinle Isıt Beni

don__t_take_my_heart_away_____by_kn

Bir umut, bir umutsuzluk yakalar, avutur bizi bu hayatta.

Sevgi dolu yüreğini ver bana. Korkma! Yüreğinle ısıt ellerimi. Karanlığımı aydınlat, çaresizliğimi unuttur bana. Hiç yüzünü görmesem de uzaklardan sevgin gelir, uzanır, örter yalnızlığımı . Tıpkı bir gelincik kadar güzel ve masum olsun bizim dostluğumuz.

Yalnızlık sadece O’na mahsus. Sen, ben,o… anlamsız. Sadece biz olalım. O biz’in içinde birlikte var olalım. Bir yudum suyu, bir kuru ekmeği paylaşırken bütün aleme meydan okuyalım. Birlikte medeniyetler kuralım,  azgın, hain dalgalarla boğuşalım. Haydi yüreğinle ısıt bütün benliğimi.

Dünyanın neresinde mazlum, çaresiz, yürek taşıyan insanoğlu varsa hepsinin yanında olmak istiyorum.  Afrika’nın ateş gibi sıcağından, ana vatanından kaçırılıp beyaz adamın topraklarında köleleştirilen kara derililerin, Rusya’nın buz gibi soğuğunda dinleri, dilleri unutturulup akla gelmedik işkencelerle kominizmin uşağı haline getirilen insanların, daha 15 yaşında gelecek hayalleriyle uyurken yatağından kaldırılıp Çanakkale’ye savaşmaya gönderilen ecdadımın, Sarıkamış’ta soğuktan donan şehitlerimin ve şu an kimbilir nerede, ne halde bulunan bütün mazlumların yanı başında olmak, onların yaralarını sarmak, şu yalan dünyadan uzaklaşmak, ufukta onlarla buluşmak istiyorum…   Bu gecenin kömür karanlığında yine bir an uyanan bir hisle yazıyorum.

Bir kitaptan bahsetmek istiyorum:

‘Şeker Portakalı’… Yıllar önce yazılmış, sevgi, duygu yüklü bir roman. Yazarı; Brezilyalı Jose Mauro de Vasconcelos. İlk bakışta çocuk romanı gibi olsa da, bence büyük küçük herkesin okuması gerek. Bu kitaptan bir iki sayfayı burada paylaşmak istiyorum:

 ”Okul. Çiçek. Çiçek. Okul…

Godofredo bizim sınıfa girene kadar işler yolunda gitti. Dersi yarıda kestiği için özür diledi ve Bayan Cecilia Paim’le konuştu. Yalnızca bardaktaki çiçeği gösterdiğini biliyorum. Sonra arkasını döndü ve çıktı. Öğretmen üzgün bakışlarla beni süzdü. Dersin bitiminde de beni çağırdı.

”Sana bir şey söylemek istiyorum, Zeze. Biraz bekle.”

Çantasını yerleştirmesi bitmek bilmiyordu. Benimle konuşmayı hiç istemediği ve biraz yüreklenmeye çalıştığı belliydi. Sonunda kararını verdi:

”Godofredo senin hakkında kötü bir şey anlattı, Zeze. Doğru mu?”

Başımla evetledim. ”Çiçek konusunda mı? Doğrudur efendim.”

”Nasıl yaptın?”

”Erken kalkıyorum ve Serginho’nun bahçesinin oradan geçiyorum. Bahçe kapısı aralık olduğundan hemen içeri girip bir çiçek çalıyorum. Ama o kadar çok çiçek var ki fark edilmez.”

”Evet ama bu yine de bu doğru bir şey değil. Yapmaman gerekir. Bir soygun yapmıyorsun elbette, ama yine de küçük çapta bir hırsızlık sayılır.”

”Hayır Bayan Cecilia. Yeryüzü Ulu Tanrı’nındır, değil mi? Yeryüzündeki herşey de Ulu Tanrı’nındır öyleyse. O zaman çiçekler de…”

Mantığım karşısında ağzı açık kalmıştı.

”Başka türlü yapamazdım efendim. Evde çiçek yok. Dışarıda da çok pahalı… Masanızın üzerindeki bardağın hep boş durmasını istemiyordum.”

İçini çekti.

”Ara sıra bana kremalı börek almam için para veriyorsunuz, değil mi?”

”Sana her gün para verebilirim. Ama sen…”

”Sizden her gün para alamam.”

”Neden?”

”Çünkü kahvaltı edecek parası olmayan başka çocuklar da var.”

Cebinden mendilini çıkardı ve kaçamak bir hareketle gözlerinde gezdirdi.

”Corujinha’yı tanır mısınız?”

”Kim bu Corujinha?”

”Benim boyumdaki küçük zenci kız. Annesi saçını bir lastikle arkada toplayıp at kuyruğu gibi sallandırır.”

”Anladım. Dorotilia’mı?”

”Evet efendim. O benden de yoksul olduğu için öbür çocuklar onunla oynamayı sevmiyorlar. O da hep bir köşede oturuyor. Bana aldığınız böreği onunla paylaşıyorum.”

Bu kez, mendili uzun bir süre burnunda tuttu.

”Ara sıra parayı bana verecek yerde ona verebilirsiniz. Annesi çamaşırcı ve on bir çocuğu var, hepsi de küçük. Anneannem Dindinha, biraz yardım olsun diye ona her Cumartesi günü fasulye ve pirinç verir. Annem de sahip olduğum en az şeyi bile benden daha yoksul olanlarla bölüşmeyi bana öğrettiğinden, böreğimi onunla paylaşıyorum.”

Gözyaşları yanağından aşağıya akıyordu. 

”Sizi ağlatmak istemiyordum. Bir daha çiçek çalmayacağıma, şimdikinden de çalışkan olacağıma söz veriyorum.”

”Sorun bu değil Zeze. Gel şöyle!”

Ellerimi avuçlarına aldı. 

”Bana söz vereceksin,senden bir şey isteyeceğim.Çünkü eşsiz bir yüreğin var Zeze.”

”Söz veriyorum, ama aldatmak da istemem. Eşsiz bir yüreğim yok. Evdeki durumumu bilmediğinizden böyle konuşuyorsunuz.”

”Hiç önemli değil. Bana göre sende eşsiz bir yürek var. Bundan sonra çiçek getirmeni istemiyorum. Sana özellikle çiçek verirlerse başka. Söz mü?”

”Söz. Ama bu bardak ne olacak? Hep boş mu kalacak?”

”Bu bardak bir daha boş kalmayacak. Ona baktığımda içinde hep yeryüzünün en güzel çiçeğini göreceğim ve ‘bu çiçeği bana en iyi öğrencim verdi’ diye düşüneceğim. Tamam mı?”

Şimdi gülüyordu. Elimi bıraktı ve tatlılıkla:

”Artık gidebilirsin altın yürekli çocuk,” dedi.

Yorum bırakın