tarafından

Dünya Nimetleri ve Paylaşmak

En güzel günlerdeyiz. Rahmetin bizleri her yandan kuşattığı, talep edenlere sonsuz nimetlerin
yolunun açıldığı günlerdeyiz. Ramazanın verdiği huzuru hiç bir zaman duymadım. Yine bu
günlerde naçizane oturup bir şeyler okumaya hazırlanırken bir arkadaşımın telefonuyla
planlarım değişiyor. Hemen giyinip söylenen yere gitmeye yönlendiriyorum kendimi. Hava
sıcak, ev orucun verdiği rehavetle sakin ve yine onun verdiği bir huzur var. Çocuklar ”Yine
nereye gidiyorsun?” diye soruyorlar. Sorularını ”Uzun sürmez.” diye cevaplayıp çıkıyorum
evden.
Gidilecek yere vardığımda bir kaç arkadaşla görüşüyorum. Birlikte sohbet ederek bize konuşma
yapacak zatı bekliyoruz. Ufak çocuklar içeri dışarı girip çıkıyorlar. Bazen oyun oynuyorlar, bazen
de annelerinin eteklerine asılıp bir şeyler söylüyorlar. Bazı arkadaşlar ev işlerinin hiç
bitmediğinden bahsediyor. Yanımda oturan yeni tanıştığım genç arkadaş ise bana yaşımı,
çocuklarımın yaşını, mezun olduğum okulu soruyor. Hepsine birer birer cevap veriyorum. Ben
de onun hakkında bilgi almak için bir iki soru yöneltiyorum.Tacikistan’da okumuş üniversiteyi.
Aynı branşta olduğumuzu keşfediyoruz. Şimdi sanırım atanmayı bekliyor. O kadar içten bakan iri
mavi gözleri var ki, etkiliyor beni. Biraz uzunca bir bekleyişten sonra aşağıdaki büyük salona
geçiyoruz. Salonun bir köşesinde bizler gibi öğretmen olan abi bizleri bekliyor. Bir yandan da
önündeki sehpada duran bilgisayarı projeksiyona bağlamaya çalışıyor.

Öğretmen abi bize İslamiyette infakın öneminden söz ediyor. Hz Osman’ın ”Benden yüz deve…”
dediğini, sonra ”Yüz deve daha” ve bir kez daha ”Yüz deve daha” dediğini hatırlatıyor.
Sahabilerin ellerinde sadece iki hurma bile olsa birini verdiğini tekrarlıyor. Vermek için mutlaka
halin vaktin yerinde olması gerekmediğinden, günümüzde borcu olduğu halde, nice infak
kahramanlarının bir yerlerden bulup buluşturup yardım yaptığından, bunu asla ihmal
etmediğinden bahsediyor. Zaten bütün elimizde olanın gerçek sahibinin Rabbül Alemin olduğunu,
verdikçe malın azalmadığını, aksine arttığını, bereketlendiğini söylüyor. Verdikçe malının
artmasından dolayı ücretini bu dünyada almaktan ve öte dünyaya bir şey bırakmamaktan
endişe edenlerden söz ediyor. Dinledikçe müminler olarak ne kadar ağır sorumluluklarımız
olduğunu, kaybedecek saniyelerimiz bile olmadığını düşünüyorum.
Onlar ki, mallarını gece, gündüz; gizli ve açık infak ederler. Artık bunların ecirleri Rableri
katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (2/274)
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, bir tanenin durumu gibidir ki, yedi başak bitirmiş
ve her başakta yüz tane var. Allah, dilediğine daha da katlar. Allah’ın rahmeti geniştir. O, her şeyi
bilir. (2:261) ayetlerini okuyor bizlere.
Çıkışta mavi gözlü meslektaşımı görüyorum yine. Kendisini gideceği yere bırakmayı teklif
ediyorum. O da kabul ediyor. Çarşıda bir yerlerde onu bıraktıktan sonra sinyal verip tam tekrar
trafiğe katılmaya çalışırken önümde duran minibüse bindiriyorum. Biraz geri gitmiş olsam da
yeterli yapmamışım. Dönerken ona çarpacağımı hesaplayamamışım. Sırtımdan ter boşanıyor.
İlk defa oluyor böyle bir şey. Minibüsün arka sol tamponunda bir çatlak oluşuyor. Minibüsteki
adama parasını veriyorum. Polis çağırmayalım diyorlar. Fazla önemli bir şey değil. Benim
arabada da ufak bir çöküntü ve çizik oluşmuş. Canım sıkılıyor. O kadar severek aldığım, bir sürü
para saydığım, sevimli araba(m)! Onu fazla sahiplenmişim demekki. Fazla gönlüme
yerleştirmişim.

Akşam iftar ederken seyrettiğimiz haberlerde Afrika’daki aç çocukları görünce yediğim
yemeğin tadı kaçıyor. Şu yediğim yemeği paylaşmamam için ne engelim var diye düşünüyorum.
Şu dünyada faydalandığım bütün nimetlerin bir anlamda da paylaşmak için verildiğini
hatırlıyorum. Biz çeşit çeşit yemekleri yerken, bazen çocuklarımız burun kıvırıp beğenmezken,
oradaki çocuklar açlıktan ölüyor. Önceden yine yardımla gelen etleri kurutup bir sene boyunca
yemeye çalışan, kuruttukları etlerden azıcık alıp alıp, onu ufalayıp, sonrada sıcak suya katarak
çorba niyetiyle içen, o kavurucu sıcakta oruçlarını ihmal etmeyen tenleri kara, yürekleri
bembeyaz kardeşlerimiz…
Allah için vermek ve herşeyin tek sahibinin O olduğunu, bütün hazinelerin O’nun elinde olduğunu
idrak etmek… Susmak bilmeyen nefsi susturabilmek ancak böyle mümkün olur herhalde. Zaten
O(C.C) kendi hazinesinden bize verdiği nimetlerden birazcık O’nun yolunda harcamamızı istiyor.
Aslında kimin malını kimden kaçırıyoruz, öyle değil mi? Bu fani dünyada kazancımız başka ne
olabilir ki?

Yorum bırakın